Şimdi Okuyorum
“Mücadeleden Yılmak Yok” Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar

“Mücadeleden Yılmak Yok” Tezer Özlü’den Leyla Erbil’e Mektuplar

İki mücadeleci kadının, dünyanın erkine direnme öyküsünü anlatır bu mektuplar. Çıkar ilişkilerinin hüküm sürdüğü zamanda, Tezer Özlü ile Leyla Erbil’in birbirine yazdığı mektuplar, tüm kötülüklere meydan okur nitelikte. Bu güzel iki kadının dostluğu bizlere pek çok şey anlatıyor.

Örneğin, Tezer Özlü’nün: “Burası bizim yurdumuz değil ki, bizi öldürmek isteyenlerin yurdu” cümlesini Erbil’e söylemesinin ardında derin travmaların olduğuna tanıklık ediyoruz. İkisinin de 1977’nin kanlı 1 Mayıs’ında meydanda bulunduklarını, yere serili ölü bedenler ve kaçışan insanlarla birlikte çaresizce kaldığı o anlar… Sanırım o derin travmaları anlatır nitelikte. Tezer özlü o gece sabaha kadar uyuyamamış, adeta üzerine sıçrayan kanı temizlercesine, kapıları, camları, halıları silip durmuş…

Yaşadığı olaylardan bir nebze de uzaklaşmak için Tezer, Hans Peter ile Berlin’e yerleşmişti. Ancak bu sefer de Türkiye’de bıraktığı dostlarını özlüyordu, özellikle de Leyla Erbil’i.

“Ama her şeyden önemli olan, yaşayabilmek… Biz, kimse ile yaşayamıyorsak da, kendimizle yaşayan, kendi içimizde gece gündüz mücadele eden inşalarız… Burada günler çabucak geçiyor. Yeniden Cesare Pavese’nin günlüğünü (Almanca) okuyorum. En sevdiğim yazar Pavese. Her cümlesinde olağanüstü zevk alıyorum… Pavese benim için çağdaş yazarların en büyüğü. Her olguyu öylesine derin bir ruhsal acıyla örmüş ki…”

1980’li yıllarda yaşanan siyasi sorunlar, gerek Tezer’i gerekse de Erbil’i oldukça yıpratmıştı. Mektuplarda, sıkça dünya üzerinde yaşanan sorunlar ve siyasi krizler üzerine konuşmalar mevcut.

“Şimdi haberlerde yine İsrail savaşı. Bu Regan dünyanın başına bela… Ama Mücadeleden yılmak yok… Yıkılırsak tüm yaşam nedenimiz yok olur. Canımız sıkılmaya başlar… Bazen hiçbir şeyden yılmayacak kadar gücüm oluyor. Bazen çok aciz oluyorum.”

Türkiye’de Edebiyatın gelişmemesinden yakınan Tezer Özlü, edebiyatında bir tüketim aracı haline geldiğinden bahsederken edebiyatla uğraşan kişileri de hiçbir şey yapmayan “dilenci edebiyatı” yapmakla suçluyor.

Türkiye’de edebiyat cahillerin elinde. Cümle kurma estetiği olmayan, düşünceleri de bunamayı kanıtlayan herkes tuttu. Şaşılacak şey. Oysa Can yücel gibi büyük bir şairin adını bile geçirmiyorlar… “Ülkende olmayınca nesin? Ülkemizde neyiz” Tabi işlevimiz var. Kendi kendimizle de olsa. Ne garip bir ülke şu Türkiye. En güzel yerde. Denizleri, karaları. Neyse. Kimse, ya da çok az insan dünyayı bizim kadar kavrama şansını elde etti. Bu bile yeter”

Tezer Özlü’nün, Erbil’e karşı duyduğu sevgi ve özlem her mektupta dile getirilmiş.

Yaşamımda birlikte olmaktan hiçbir an sıkılmadığım ender insanlardan biri sensin, bir ikincisi var mı bilmiyorum. Sıkılmak bir yana, tam aksine içim direnç ve yaşam sevinciyle dolmuştur, beni hep coşturmuşsundur.

Hans Peter ile yaşadığı birlikteliği kâğıtlara döken Tezer, sevginin güzelliğini anlatırken yine de bir karşı çıkıştan bahseder.

Hans Peter’i çok seviyorum. Benim gerçekten ilk sevdiğim, tüm çocukluk özlemlerim içinde sevgiyi verebildiğim, alabildiğim bir insan, ilk insan. Son insan. Onu tanıyabilirdim. Ama insanın kendisi kadar duygulu bir insanla bir sevgiyi bölüşmesi, birbirine sevgiyi aktarması ve o insanla bir arada yaşaması o kadar güzel, ama o kadar zor ki… Aslında kendimi düşünsem, yaşamım boyunca ilk kez bu denli rahat koşullarda yaşıyorum, üstelik çok sevdiğim bir insanla birlikteyim. Ama yaşam karşı çıkmak değil mi?

İnsan nereye giderse gitsin kendi benliğinden kurtulamaz. Tezer’de kendi benliğiyle savaşıp durmuş gittiği ülkelerde. Leyla Erbil’e yazdığı her söz bizimde benliğimize dokunacak nitelikte.

Aynı senin dediğin gibi, her şey burada, duygularda, sen de, ölülerde… Ve yürünecek sokaklar var. Bütün dünya benim, bunu algılıyorum. Herhangi bir mutluluğu elde etmek için(mutluluk derken, hiç de mutluluktan söz etmiyorum) birçok şeyden feda etmek gerekiyor. Ben zaten yeryüzünün neresini benimsedim ki? Sevgi de (istersen aşk de), üzücü, yorucu, duyurucu, doyurucu bir olgu. Olması güzel (yani tender), ama belki olmaması daha güzel…

Kansere yakalandığını öğrendiği anda, ilk başta derin korkuya kapılıp, depresyon geçiren Tezer, bir süre hastanede yattıktan sonra “kendimi dirilttim” diyecekti.

Şu şansa bak: Sinir hastanesinden çıkıp, kendini kanserin kucağında buluyorsun. Ama depresyon iyi oldu, korkularımı kustum.

Hastalığı iyice ilerleyen Tezer Özlü, özlem duyduğu her şeyi Leyla Erbil’e yazıp, dostundan son isteklerini yerine getirmesini istemiş. Bu dünyadan acısıyla, sevinciyle iki güzel yürekli kadın geçti. Sistemle, edebiyatla, eril yapıyla mücadele eden; kadın olmanın zorluklarını dizelerinde, yazılarında dile getiren, iki dosta, iki mücadeleci kadına selamlar olsun…

Canım Leyla’cığım, benim için bir gün Kaptan’da kafayı çek. Yediğin, içtiğin, gördüğün her şeyi benim için de yap. Geceleri acıdan kıvranıp duruyorum korkmuyorum. Hastayım ama mutluyum. Bana güç gelen, Deniz’den ayrılmak. Bakalım. Müthiş kitabını duyarlılıktan daha okuyamadım. Senin Demir’in, benim kitabın aynı yıl çıkması ne güzel.(…)

Sonsuz sevgiyle öperim. Bana yaz. Bir kere de benim için yüz…

 

 

 

Tepkiniz nedir?
Emin Değilim
0
Heyecanlı
0
Hüzünlü
1
Mutlu
0
Şaşırtıcı
0
Yorumları Görüntüle (0)

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

© 2011 Sanat Karavanı, Tüm Hakları Saklıdır.

Yukarı Kaydır