Şimdi Okuyorum
Beni Söylenmemiş Bir Sevgide Boğ / Bilge Karasu

Beni Söylenmemiş Bir Sevgide Boğ / Bilge Karasu

Sevgi türü bir eşitsizliğe dayatılmıştır; bir temel eşitsizliğe… Oysa sevgiyi hep eşitlik terimleri içerisinde düşünür, tasarlar, düşleriz. Bencil, tekelci duygularla bu eşitsizliği biz altüst ettiğimiz zaman bile karşımızdakinin her hatasını bu eşitsizliği bozan bir davranış diye görüp mutsuzluklara düşmez miyiz? Haksızlığa bozulmak, temelde, eşitliğe inanmak değil mi?

Göçmüş, yitip giden kedilerin hikâyesi bu.  Direnmenin, yok olmanın, kendine yabancılaşmanın hikâyesi anlatılır burada. Bilge Karasu’nun 13 öyküden oluşan “ Göçmüş Kediler Bahçesi” adlı kitabı, tekdüze anlatımlara bir meydan okuma adeta. Karasu’nun kendi öz dilini oluşturduğu öykülerde, daha önce karşılaşmadığımız sözcükler yer alıyor. Anlatımın etkisi; bazen kafanızı karıştırırken bazen de farklı duyguların girdabına sokuyor.

Kişinin hastalıklarla uğraşması, dışarıdan sızmış bir düşmana kafa tutmasıdır. Yüreğin bozulması ise, Kişiyi kendiyle karşı karşıya getiriyor olsa gerek. Kişi yemeğe dahil, aşmağa bakar o engeli, yaşamak için. Hayvanın direnişiyle insanın direnişi özdeşleşiyor o zaman. Yürek böyle bir savaştayken çıkrık olmağı kabul etmek iç karartısı, yüz kızartısı bir şey. Sevişmeksizin de sevginin yaşanabileceğine inandırmağa çalıştım kendimi… Garip değil mi yaşamımızı nasıl kurduğumuz? Bir iplik parçası, bir çivi, bir mantar, bir kâğıt, bir paçavra, biraz toz, birkaç hiç… Bir araya gelir bunlar, adı “bir yaşam” olur.

Öykü içinde öykünün sürüp gittiği kitapta; bireyin toplumdan uzaklaşması, kendi kavgası ve bazen de kendi oyununun içinde figürana dönüşmesi, kaçınılmaz bir sonuç olur.

Hazır değilim dediğin için giremedik karanlığın içine; ölümden korktun. Oysa ölümle bir araya gelmeden, acılar çekip parça parça olmadan, gönlün tazelenmez, yeniden doğamazsın. Ölüler her şeyi bilir; öğrenmenin yolu da ölmektir.

Dilin içerisindeki girdap, İnsanı sürüklerken kurgudaki ironi oldukça derindir. Bu ironi, kişinin kendisine midir yoksa topluma mı? Ya da ikisini kapsayan bir olguda mıdır bilinmez.

Herkesin, kim bilir, belki de ancak “çoğu insanın” demeli ya, giyinmek için uğraşıp didindiği bir dünyada, insanların arkasını kat kat kalınlaştırmak için olmasa bile, kış aylarının acı soğuğu estiği zaman sırtını pek tutabilmek için çalışıp çalışıp yaşadığı bir ülkede soyunmaktan başka şey dilemeyen bir adamın masalı bu. 

Aslında Bilge Karasu’nun dildeki yaratımı hep bir dilemma içindedir. Çoğu eserinde dip notlarla kendisinin konuşması, onun üslubuna yabancı bir bireyi daha ekler. Yaratıcı, bir şeyi gerçekten var etmiş midir yoksa bir hayale bizi de mi ortak etmek ister soruları, içimizdeki savaşın nedeni olur.

Göçme oyunu sözünü o da açıklamamıştı ama. Göçme oyununun oynandığı bahçeye göçmüşler bahçesi adını bilerek verebilirdim ama o sözü, daha hiçbir şey bilmezken uydurmuştum. Sonra başka bir şey geldi usuma o ara. Burası, göçmüşlerin bahçesi değildi, göçecek kedilerin çekilip gözden ırak ölmeğe baktıkları yeriydi herhalde bu kentin; göçmüş kediler bahçesiydi bu.

Aslında ne kedi vardı bu diyarlarda ne de göçecek biri, biz kendi gerçekliğimizde savaşıp duruyorduk. Direnmenin tutkusu bizde derin yaralar açıyordu. Sevgiyi ve sevmeyi, var olmayı ve yok olmayı benliğimize bir türlü anlatamıyorduk.

…Sevgiyi bayatlatanlar bu dokuyu yırtarken,

Korku, ördüğümüz duvarların iki yanında da, duradurur.

Oyun bitmez ki bitemez ki…

 

Tepkiniz nedir?
Emin Değilim
0
Heyecanlı
0
Hüzünlü
0
Mutlu
0
Şaşırtıcı
0
Yorumları Görüntüle (0)

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

© 2011 Sanat Karavanı, Tüm Hakları Saklıdır.

Yukarı Kaydır