Şimdi Okuyorum
Arno Gruen-Normalliğin Deliliği

Arno Gruen-Normalliğin Deliliği

Bugünkü yazımda delilik kavramı üzerinde durmak istememin sebebi deliliğin çok yönlü bir perspektife sahip olması ve bununla birlikte toplum tarafından delilik kavramına yaklaşımın sosyo-psikoljik etmenlerini irdelemek. Arno Gruen’in çeşitli ve zengin içeriğiyle bireysel ve toplumsal gerçekliklere değindiği Normalliğin Deliliği isimli eserinin son bölümü eserin tamamını yorumlamak açısından oldukça önemli.

Yaşam Biçimi Olarak Delilik, Karşı Çıkış Olarak Delilik isimli başlıkta gerçeklik kavramının politikanın manipülatif davranışları aracılığıyla topluma nasıl yansıtıldığı ve bu yansımasını bireylerin kimliğinde sebep olduğu parçalanma açıklanıyor. Sadece bu da değil, politik unsurların yanı sıra uzlaşmak adına altında bireyin kimliğini bazı yönleriyle reddetmesi de ele alınan önemli bir husus: “Siyasi otorite, insanın bütünlenme yeteneğini gömen bir ortam yarattığı sürece duyguların bölünmesinin ağırlık kazanması hiç de şaşırtıcı değildir. Yeğlenen yöntemlerden biri de belleğimizin şaşırtılmasıdır. Milan Kundera, Gülmenin ve Unutmanın Kitabı’nda, ” İnsanın iktidara karşı mücadelesi, belleğin unutmaya karşı mücadelesidir” der.” şeklindeki açıklamasıyla iktidar ve toplumsal belleğin gerçeklik üzerindeki etkisini de ilişkilendirir.

Keza toplumsal bellek ve iktidar arasında oldukça derin fakat bir o kadar da toplum tarafından net görülmeyen bir bağ vardır. Elbette yalnızca bununla sınırlı değildir, bireysel anlamda toplumla uzlaşmak adına reddedilen kimliğin ilerleyen süreçte parçalanarak kişide çok daha büyük bir yıkım yaratması deliliğin farklı boyutlarda ele alınmasına sebebiyet verir. Gruen bu bölümde açık bir şekilde delilik kavramını kullanmaktansa birey üzerinde görülen nevrotik durumlardan yola çıkar ve şizofreni, psikotip tipin gelişim süreci ve psikopat dediğimiz bireylerin hangi noktalardan birbirinden ayrıldığını açıklar: “Bir psikopatın çöküntüsü, kendisini, ikiyüzlü ve kötücül olarak yaşantıladığı dış dünyadan çekerek iç bütünlüğünü korumaya çalışan bir şizofreninkinden kökten farklıdır. Bütünlenme, gerçek dünyayla alışverişi gerektirdiği için bu girişim başarısızlığa uğrayacaktır. Şizofrenin çaresizliği ve hayranlık verici yanı, Martti Siirala’nın ifade ettiği gibi, “şizofreni hastalığı yalnızca belli bir zayıflık türü değildir… Aynı zamanda da insanın toplu yaşamının zehirleyici yanlarına karşı tamamen dolaysız bir tepki verebilmenin o olağanüstü yetisindedir. Zayıflığı , uygarlığımızın yarılmışlığı karşısında açık ve dolaysız bir savunmaya girecek durumda olmayışıdır.” der ve Barbara O’Brien’ın şizofreni ve parçalanmış kimliğe dair yazdığı otobiyografik deneyim raporundan şu kısmı alıntılar:

“Asla gömmemem gereken unsurlarımı gömdüm ve böylece, sadece bazı bölümlerim onaylansın diye bütünlüğümü yitirdim. Kendim olma cesaretine sahip olmuş olsaydım, nevrotik olarak değil , en kötü ihtimalle ‘ farklı’ olarak görülürdüm. Ama ‘ farklı’ olmak benim çok hassas tepki verdiğim bir eleştiriydi .”

O’Brien’ın da raporunda söz ettiği gibi toplum içerisinde farklı bir birey olarak yer almanın hemen hemen tüm toplumlarda şiddetle kaçınılan bir durum olması ve bunun sonucunda farklı olmaktansa parçalanmış bir kimlik yaratmanın tercih edildiği görülüyor. Bu da aslında yine toplumun farklı olarak nitelediği ötekileştirilen bir grubun oluşmasına yol açıyor.

Gruen her iki gelişim çizgisinin farkının nasıl tanımlanması gerektiğini yine şu sözlerle ifade ediyor:

“Bir yanda, toplumsal dış dünyadan geri çekilişi giderek güçlendiren ağır ve sinsi ilerleyen bir gelişim, diğer yanda toplumsal gerçekten aniden kopuş. Birinci durumda insan, çocukluğun ilk yıllarından itibaren, gerçek sevgiye olan ihtiyacını küçümseyen bir gerçeğe tabi olmaya karşı mücadele ediyor. İkinci durumda ise bir insan, kendi iç gerçeklerini gözden çıkarma pahasına toplumsal gerçeğe uzlaşma sağlamak için çaba gösteriyor. Dış gerçek, çelişkileri çok sertleşip belirginleştiği zaman onu tutamadığında da çöküntüye uğruyor.”

Bu noktada insan psikolojisine yön veren iki temel etmenin kısaca çocukluk dönemindeki kimliği inşa etme mücadelesi ve bu sürecin devamı olarak toplumda kabul görmek adına kendi gerçek benliğimizden kopuş olduğunu söyleyebiliriz. Bu bölümde delilik kavramına farklı bir noktadan yaklaşan Gruen delilik ve gerçeklik arasındaki ince çizginin halk ve iktidar arasındaki ilişkiyle ne kadar derinden bağlı olduğunun altını çizerken, aynı zamanda toplumda yer edinmeye çalışan bireyler olarak duygularımızın iç dünyasında meydana gelen yarılmalara ve bunların sonucunda ortaya çıkan iyi ve kötü davranışların yarattığı ahlak probleminin de önemine değiniyor.

Abraham Lincoln’den alıntıladığı şu sözler ise bölümü özetlemek için müthiş bir uygunluk sağlıyor:

“Halkı bir süre deli yerine koyabilirsiniz, halkın bir kısmınıysa her zaman , ama bütün insanları her zaman değil. Delilikleri bir protesto olanlara kulak verecek olursak o zaman ” gerçekçilik”leriyle bizi deli yerine koyanları daha açık bir şekilde görebiliriz . Bunların kamufle edilmiş tahrip hırslarının, kaostan ve kendi içlerindeki boşluktan kaçıştan başka bir şey olmadığını bir kez fark ettikten sonra psikozlarının adını koyabiliriz. Böylelikle üzerimizde uyguladıkları iktidar kaybolur.”

Arno Gruen eseriyle bizleri daha önce düşünmediğimiz noktalardan bakmaya, görmediğimiz detayları görmeye zorluyor. Bugün son bölümünü incelediğimiz bu eserde Gruen’i de biraz tanımış oluyoruz. Özellikle sosyoloji ve psikolojiyle ilgilenen okurlarımız için ilgi çekici bir konu olan yazımızı umuyoruz ki faydalı bulmuşsunuzdur.

Sağlıkla ve Karavan’la kalın…

 

Tepkiniz nedir?
Emin Değilim
0
Heyecanlı
0
Hüzünlü
0
Mutlu
0
Şaşırtıcı
0
Yorumları Görüntüle (0)

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

© 2011 Sanat Karavanı, Tüm Hakları Saklıdır.

Yukarı Kaydır