Bir Bekleyiş Filmi- Rüzgar Bizi Sürükleyecek/ Abbas Kiyarüstemi
Duyuyor musun esişini karanlığın gecede!
Adını füruğ ferruhzad’ın dizelerinden alan Rüzgar Bizi Sürükleyecek filmi; eski bir gelenek olan, yas törenlerini görüntülemek üzere yola düşen Behzad’ın hikayesi üzerine kuruludur. Filmin açılış sekansında Abbas Kiyarüstemi’nin diğer filmlerinden de aşina olduğumuz uzun, tozlu, kurak yollarda buluruz kendimizi. Dağlarla çevrili olan bir köye gelen Behzad ve ekibi, ‘yas töreni ‘ görebilmek adına yaşlı ve hasta bir kadının öleceği günü bekler. Bu bekleyişle beraber sıradan insanların hayatları, kadın- erkek ilişkileri ve yaşama dair pek çok hikâye diyaloglar aracılığıyla filmde yer bulur.
Dağların arasında saklı olan bu İran köyünde, telefonla konuşabilmenin tek yolu köyden biraz uzakta olan mezarların bulunduğu, yüksek bir tepedir. Behzad, telefonu her çaldığında arabasıyla mezarlığa gelir. Elektrik direği için derin bir kuyu kazan Yusuf’ta oradadır. Ancak Yusuf’un yüzünü hiç göremeyiz. Topraklar arasında, kazdığı kuyunun içerisinde kaybolmuştur. Bir ölüden tek farkı söylediği şarkılarla, bize ulaşan sesidir. Kiyarüstemi ‘de gördüğümüz ölüm hissiyatı, bu mezarlık alanda tekrar hatırlatılır. Yaşamla ölüm arasında, bir hiçliğin ortasında tek başınadır Behzad.
Sürekli bir bekleyişin işlendiği filmde, huzursuz bir ruh haliyle dolaşan Behzad, küçük bir çocuk olan Farzad ile arkadaş olur. Farzad, yaşlı kadına dair son gelişmelerden Behzad’ı haberdar eder. Köyde yaşlı insanlar ve çocukların dışında kimse yoktur. Ölümün ve yeniden doğumun işlendiği sahnelerde, Budizm’in etkilerine rastlanılır. Nitekim Behzad’ın mezarlıkta bulunduğu kısımlarda; bir kaplumbağanın görünmesi, Behzad’ın kaplumbağayı ters çevirişi ve kaplumbağanın bin bir çabayla dönüp yoluna devam etmesi, bunun göstergesidir. Kaplumbağa, Hint felsefesinde yeniden doğuşun sembolize edildiği hayvanlardan biridir.
Sembolik anlatımların hâkim olduğu bazı sahnelere, yoğun bir şiirsellikte yüklemiştir Kiyarüstemi. Behzad’ın süt almak için gittiği evde karanlık bir bodruma girişi sırasında; karanlık-aydınlık, siyah, beyaz gibi zıtlıklardan oluşan metaforik unsurlarla birlikte; Behzad’ın bodrumda genç bir kızla karşılaştıktan sonra, Füruğ’dan şiirler okuması bu sahnelerden biridir.
Eğer evime gelirsen
Ey sevgili bana lamba getir
Ve küçük bir pencere ki…
Oradan mutlu sokağın kalabalığını seyredeyim
Küçük gecemde benim, yazık
Rüzgarın ağaç yapraklarıyla randevusu var.
Küçük gecemde benim
Yıkım ıstırabı var
Dinle!
Duyuyor musun esişinin karanlığın?
Ben yapayalnız, bir mutluluğa bakıyorum
Bağımlıyım kendi umutsuzluğuma dinle!
Duyuyor musun esişini karanlığın gecede!
…
Ey tepeden tırnağa yeşil
Yakıcı bir hatıra gibi
Bırak ellerini, aşık ellerime
Varlığın sımsıcak duygusu, dudaklarını…
Aşık dudaklarımın okşayışına bırak
Rüzgar bizi sürükleyecek
Son kısımlarda Behzad ve yaşlı bir doktor arasında geçen diyalog, filmin ana hattını oluşturur. Ömer Hayyam’ın rubailerinin yer aldığı bu sahnelerde; gerçekliğin yaşadığımız anda olduğu ve öte dünyanın anlamsızlığı üzerine; felsefik ve ironik bir dil kullanılmıştır.
Behzad: Yaşlılık başa bela
Doktor: evet, yaşlılık başa bela ama ondan da kötüsü ölümdür.
Behzat: Ölüm mü?
Doktor: Evet. Ölüm hepsinden daha kötü. İnsan gözlerini bu güzel dünyaya bu güzel tabiata Allah’ın verdiği sayısız nimete kapatıp gidiyor. Ve bir daha geri dönmüyor.
Behzad: Fakat öbür dünyanın bu dünyadan daha güzel olduğunu söylüyorlar.
Doktor: Öbür dünyaya gidip gelen var mı ki güzel olup olmadığını söylesin.
“Derler ki cennet, huri kızlarla hoştur.
Ben derim ki üzüm suyu hoştur.
Peşin olanı al. Çek elini veresiyeden
Çünkü davulun sesi uzaktan hoştur”