Şimdi Okuyorum
Konçertonun Babası / Vivaldi

Konçertonun Babası / Vivaldi

Günlük hayatta, izlediğimiz filmlerde, geçtiğimiz yerlerde, girdiğimiz mağazalarda, kısacası çok yerde, duyduğumuz o tanıdık ezgilerin hangi büyük sanatçılara ait olduğunu araştırıyor muyuz hiç? Küçükken izlediğimiz Tom & Jerry gibi çizgi filmlerde, reklamlarda… Yalnızca dinleyip hayran kalmakla mı yetiniyoruz bunları?

 Çağdaş müziğin temelini oluşturan o klasik ezgilerin, yıllar önce belli kalıplara uygun olarak yazılmış o notasyonların bizde bıraktığı etki nereye de gitsek hep aynı aslında. Klasik müzik beynimizin her köşesinde ve bize dört mevsimi yaşatan cinsten. Kimi zaman dışarıda, kimi zaman evde…

Bir ihtiyaç gibi gelmiyor mu size de bazen? Ruhumuzun doyduğunu hissediyoruz o enstrümantal parçalarla. Bizi gerçekten koparıp, hayal dünyasına sürüklüyor. Kaleme sarılırken, bir kitap okurken, Kadıköy-Beşiktaş vapurunda giderken, her durumda, her yerde en rahat dinlediğimiz ezgiler olmuyorlar mı? 1725 yılında yazılmış bir beste hala bizi etkileyebiliyor. Bir de bu açıdan bakıyor muyuz duruma? Hem, hangi müzik türünden hoşlanırsak hoşlanalım, altında klasik müzik yatmıyor mu her birinin? O muazzam notaların birleşimi, dağılması, bir anda müziğin başka bir form alması etkilemez mi insanı?

Bana soracak olursanız, bende bu tarz duyguları yaşatan ve çoğaltan, yeri hiç değişmeyecek olan o müzik adamı, insanın duygu durum değişimlerini, yaratımlarında eşsiz bir şekilde ifade etmiş olan, İtalyan besteci, keman virtüöz ve rahip Antonio Vivaldi’den başkası değil!

‘Dört Mevsim’in yüce temsili, enstrümanları notalarla dans ettiren muazzam sanatçı! İtalyan Barok müziğini konçertolarına taşıyan bir deha o! Öyle ki; yaşamı boyunca beş yüzün üzerinde konçerto düzenleyen Vivaldi, konçertonun babası lakabıyla anılıyordu.

Antonio Lucio Vivaldi 4 Mart 1678’de, romantik şehir Venedik’te doğdu. İlk müzik eğitimini, St. Marc Kilisesi orkestrasındaki keman virtüözü olan babasından aldı. 1693’te Venedik’te bulunan bir rahip okuluna girdi ve 1703 yılında da kilisede papazlık görevine atandı. Kızıl saçlarından dolayı uzun süre onu ‘Kızıl Papaz’ adıyla çağırdılar. Ardından astım hastalığı ortaya çıktı fakat bu, çevresi tarafından ‘dini görevinden ayrılması için gösterilen bir bahane’ olarak görüldü. Vivaldi buna aldırış etmedi. Açıkçası, belki de o zamanlarda rahiplik eğitimi, fakir bir aileden gelen bir çocuğun ücretsiz eğitim almabilmesi için bir yol olarak düşünülüyordu, bu seçim de kendi isteği dışında gelişmişti. Kısacası küçük Antonio’nun zaten başka bir seçeneği yoktu.

1703 yılından itibaren Venedikte’ki sayılı kurumlardan biri olan ‘Pio Ospedale della Pietà’ da (Rahibe Hastanesi) keman öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Buradaki görevi yetim ya da engelli kızlara keman çalmayı öğretmek ve onlara konserlerde seslendirmeleri için her ay iki konçerto yazmaktı. Keman öğretmeni olduğu bu kurumda üstün icra yeteneğine sahip bir koro ve orkestra kurdu.

Bir yetimhane olarak adlandırılsa da, Ospedale, aslında asilzadelerin kız çocuklarına ve yine o asilzadelerin metresleriyle olan birçok özel işlerine de ev sahipliği yapıyordu. Bu nedenle, Vivaldi bu anonim babalar tarafından iyi karşılanıyordu. Genç bayanlar orada iyi bir şekilde bakılıyorlardı ve müzikal standartlar Venedik’tekilerin en iyileri arasındaydı. Ospedale korosu ve orkestrası artık çok iyi tanınıyordu.

Vivaldi koro için konçertolar, kantatlar ve kutsal müzik eserleri yazmaya devam ediyordu. 1704’te ‘viola all’inglese’ öğretmeni pozisyonu keman eğitmeni olan görevine ek olarak geldi. 1705 yılında eserlerinin ilk koleksiyonu, Raccolta yayınlandı. 1709 yılına kadar aynı kurumda öğretmenlik yapmaya devam etti. Yönetimindeki toplulukla kendi eserlerini seslendirerek ülkeleri dolaşması, görevini ihmal etmesi, bir papaz için fazla dünyevi bir yaşam sürmesi birtakım eleştiriler aldı. 1709 yılında bu görevinden ayrılmak zorunda kaldı.

1709’da Op.2 keman sonatını Danimarka Kralı IV. Frederik’e ithaf eden Vivaldi, bu sıralarda konçerto yazma çalışmalarına başladı. Hollandalı yayıncı Estienne Roger, Vivaldi’nin 12 konçertodan oluşan L’estro Harmonico adli eserini yayımladı. Bu dönemin en etkili müzik yayını oldu. Almanya dışına hiç çıkmayan Bach’in müziğinin İtalyan yanının oluşmasında da bunun büyük ve önemli bir yeri var.

Okuldan ayrıldıktan sonra bir yıl kadar bir opera tiyatrosu olan ‘Teatro Sant ‘Angelo’ için serbest müzisyen olarak çalıştı. Verdiği bir yıl aradan sonra, Ospedale tarafından 1711’de oybirliği ile geri çağrıldı. 1713 yılında enstitünün müzikal faaliyetlerinden sorumlu oldu ve 1716’da ‘maestro de ‘konserei’ye görevine terfi etti.

Ospedale’deki görevi sırasında, yani altı yıllık süre zarfında Vivaldi besteci kimliğiyle dikkat çekmeye başladı. Birçok eserini bu dönemde yazdı. 1714’te Vivaldi’nin konçertolarını duyan Quantz, Albinoni ile birlikte Vivaldi’ye konçertoda reform yapmaları için ödenek bağışladı.

1716 yılında Vivaldi tiyatro sahnelerinde sergilenecek operalar için aryalar yazmaya ağırlık verdi. Bu operalardaki karakterler kız erkek fark etmeksizin, Opsedale’deki kız yetimler tarafından canlandırılıyorlardı.

Öyle ki; O’nun bu modern opera tarzı Benedetto Marcello gibi daha muhafazakar müzisyenler tarafından kabul edilmedi. Marcello hem yargıç ve hem de amatör bir müzisyendi. Vivaldi’ye ve onun modern opera tarzına bir karşıt görüş hareketi olarak da ‘üzerinde IL teatro alla moda’ yazan broşür bastırdı. Kapakta Vivaldi’nin keman çaldığı bir karikatürü de vardı.

Vivaldi 1717’nin sonlarına doğru Mentua’ya taşındı ve orada prens Philip’in önderliğindeki oda orkestrasının şefliğini yapmaya başladı. Operalar, kantatlar ve konser müzikleri yazdı. İki, üç yıllık süre zarfında yazdığı operalardan biri de Armida ve Tito Manlio’ idi.

1721’de Roma’ya taşındı. Operalarındaki yeni stilini tanıttı ve Papa Benedict XIII onu çalması için yanına davet etti. 1723 ile 1724’te Roma’daki karnaval mevsimi için üç opera yazdı. Yine 1723’te Vivaldi, Pieta’nın yöneticileriyle ayda iki konçerto besteleme konusunda anlaştı.

Vivaldi, Mantua’da tanıştığı tanınmış genç şarkıcı Anna Giraud ile 1725’te Venedik’e geri döndü. 1725’te yazdığı eseri Op. 8, ‘Il cimento dell’armonico e dell’inventione’ ile ünü daha da yayıldı. Bu yıllarda opera sanatçısı Anna Giraud ile ilişkisi başladı. Onunla birlikte kız kardeşi Paolina’ya taşındı.

Dört opera daha yazdı. Bu dönemde, 1717-1725 yılları arasında Vivaldi, müzikteki doğal sahneleri tasvir eden dört keman konçertosu yazdı. Meşhur ‘Dört Mevsim’ operası işte bu yıllara yazılmaya başlandı. 1737’de Ferrara’nın yöneticileriyle Vivaldi arasında sergilenecek operaların seçimi konusunda çıkan anlaşmazlık Vivaldi’nin işinden olmasına yol açtı. Bu olayın ardından Vivaldi, Amsterdam’a yerleşti.

1741’de Graz’da Anna’yı dinlemek için Avusturya’ya yaptığı yolculuğu sırasında Viyana’da konakladığı bir evde öldü. Aynı gün kimsesizler mezarlığına gömüldü.

Johann Sebastian Bach, Vivaldi’nin keman konçertolarından birçoğunu başka çalgılar için düzenlemiştir. Dinsel bir kurumda çalışmasına karşın, dinsel içerikli eserlerinin sayısı çok azdır. Eserleriyle Bach, Handel, Tartini gibi barok çağın öteki önde gelen bestecilerini etkilemiştir.

Vivaldi herkesin sandığı gibi sadece keman ve orkestra eserleri yazmadı. Farklı enstrümanlardan yararlanmayı hep çok sevdi. Hiç kimse viyolonselden solo enstrüman olarak onun yararlandığı kadar yararlanmadı. Fransız Barok müziğinde nefesli çalgılar ağırlıktayken, onun müziğinde yaylı çalgılar önem kazandı. 230 keman konçertosunun yanında, flüt, obua, çello, viyola, mandolin konçertoları da var. Klasik müzikle ilgisi olmayanların bile bildiği Dört Mevsim Konçertosu en sevilen eseridir. Vivaldi’nin bu eseri uzun yıllar sonra Beethoven’a da ilham kaynağı olmuş ve “Pastoral Senfoni” bu şekilde ortaya çıkmıştır. Sanatçının, 94 opera eserinden, 50 tanesi günümüze ulaşabilmiş durumdadır.

Müzik dünyasında bugüne kadar en çok viyolonseli solo bir enstrüman olarak Vivaldi’nin kullandığı söyleniyor. Yaylı çalgılara ayrı bir önem ve değer veren usta sanatçının hem flüt konçertoları, hem keman konçertoları, hem obua konçertoları, hem mandolin konçertoları hem de viyola konçertoları bulunuyor.

Antonio Vivaldi, barok müziği hiç sevmeyen kişiler tarafından bile yoğun beğeni ile karşılanmıştır. Bazı insanlar için Vivaldi denince akan sular durur, bazıları ise kendini sürekli bir tartışmanın içinde bulur. Bu genellikle klasik batı müziğiyle ilgilenen ve ilgilenmeyen kişileri ortaya çıkarır aslında. Klasik batı müziğiyle yakından ilgilenen, bu konuda entelektüel bir birikime sahip olan kişiler genelde Vivaldi’ye övgüler yağdıran taraf değillerdir. Vivaldi onlara göre, “her türü dinleyen” insanların tarzıdır. Bu tartışmanın ana nedenini, Vivaldi’nin her eserinin birbirinin kopyası olacak kadar yakın oluşudur. Bu tabii ki, “sanatçının kendine has bir stili var, kendi müziğini yaratmış” diyenler kadar “çünkü başka bir şey becerememiş” diyenleri de haklı çıkarabilecek bir tartışma konusudur. Bu biraz da müziği nereden gördüğümüz ve ona hangi açıdan bakabildiğimiz ile alakalıdır kanımca.

Fakat bir gerçek var ki; Vivaldi’nin müziği ilk defa dinlendiği zaman tüm zamanların en güzel müziği gibi gelir kulağa. Bu denli de evrensel ve birleştirici bir yapısı vardır onun. Biz de onun bu güzel eserlerini, sevgi, minnet ve saygılarımızla anıyoruz.

İyi ki, 21. yüz yılda da yaratımlarını dinleyebiliyoruz ve ruhumuzu doyurabiliyoruz!

Kaynak: 1, 2, 3

Tepkiniz nedir?
Emin Değilim
0
Heyecanlı
0
Hüzünlü
0
Mutlu
0
Şaşırtıcı
0
Yorumları Görüntüle (0)

Bir Cevap Bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

© 2011 Sanat Karavanı, Tüm Hakları Saklıdır.

Yukarı Kaydır